Ödetmeci Ceza Adaletinin İki Yüzü, Öğretim Görevlisi Dr. Halil CESUR tarafından kaleme alınmıştır. Eser, Pinhan Yayıncılık tarafından 2024 yılı kasım ayında okuyucu ile buluşmuştur.
Yazar Halil Cesur Hakkında
Lisans eğitimini 2015 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde tamamladı. Yüksek lisans derecesini University of Nottingham’dan aldıktan sonra doktora çalışmalarını University of Warwick’te sürdürdü. Aynı üniversitede asistan araştırmacı olarak görev yaptı. Ardından, SOAS University of London’da öğretim görevlisi olarak çalıştı. Akademik faaliyetlerinde interdisipliner bir yaklaşım benimseyen yazar ceza hukuku felsefesi alanında uzmanlaştı. Halen İstanbul Medeniyet Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku alanında öğretim görevlisi olarak çalışmaktadır.
Kitabın Tanıtım Bülteni
Ödetmecilik faillerin işledikleri suçlar karşılığında cezalandırılmasını adaletin gereği sayan bir yaklaşım ortaya koymasıyla bilinir. Acıya karşı acı prensibi geçerlidir bu kuramda. Ne faillerin ıslahı başat önemdedir ne de suçun önlenmesi. Mağdurların uğradığı zararların telafisi ya da onların faillerle uzlaşması da hep tali meselelerdir. Haliyle, böyle bir anlatıda, ödetmeciliğin onarımla bir araya gelmesi de olanaklı bulunmaz çoğu zaman.
Ödetmeci Ceza Adaletinin İki Yüzü, tavizsiz bir adalet talebine yaslanan ödetmeciliğin onarımla birlikte ele alınabileceğini söyleyerek sağduyuyla bağdaşmaz görünen bir önermeyle çıkıyor yola. Ancak, “ödetmeci ceza onarıcıdır” savını ileri sürerken ödetmeciliğe arka çıkmayı değil, onu kritik etmeyi amaçlıyor. Hukukun ödetmeciliğinin karşısına, bir başkasını, acıya karşı acı prensibini benimsemeyen, yasayı ve adaleti değil, ilişkileri onaran bir ödetmeciliği koyuyor. İki ödetmecilik türünü birbirine karşıt konumlandırdıktan sonra da ceza yaptırımının mağdurla, faille ve devletle ilişkisine odaklanan özgün bir soruyla okuru çağdaş tartışmalara dahil ediyor: Ceza yaptırımı mağduru, faili ve devleti nasıl onarır?
Ceza adaletinin yaygın kabullerine meydan okuyarak bu sorunun peşine düşen bu kitap, hem ceza felsefesine ilgi duyanları hem de alanın baş aktörlerini muhatap alarak eleştirel hukuk okulunun entelektüel köklerinden beslenen güçlü bir düşünsel zemin sunuyor.
Yazarın Eser Hakkındaki Takdimi
Bir suçluyu neden cezalandırırız? En temel ve ilkel sezgilerimiz çarçabuk intikama işaret etse de hukukun rasyonel yüzü haksızlığa cebri bir tepki vermenin adaletle ilişkili olduğunu söyleyerek avutur bizi. Çünkü hukuk işledikleri suçlar karşısında faillerin devlet yaptırımına tabi tutulmalarını adaletin gereği sayar. Onların topluma borçlandıklarını ve bu borcun ceza yaptırımı ile ödetilmesi gerektiğini dışa vurarak uyuşmazlığa müdahil olur: ödetmecilik.
Ödetmecilikte haksız çekilmiş bir acının diğer bir acı tarafından takip edilmesi şarttır. Fenalığa karşı fenalık ile mukabele etmek, adaleti geriye doğru işletmek gerekir. Zira geçmişte yaşanan haksızlık ancak hak edilmiş fenalık içeren bir ceza yaptırımıyla düzeltilir. Kısaca, hak eden hak ettiğini bulur; adalet yeniden kaim olur.
Ne var ki, faillerin hukukun şiddetine maruz kalmasıyla hikayenin sona ermediğini ödetme fikrine yakın herkes bilir. Ve bu kişiler sıklıkla faillerin pişmanlık duyarak hatalarını telafi etmeye çalışmasının daha üstün bir ahlaki ilkeye hizmet ettiğini kabul eder. Burada adaletle cezalandırmayı birbirine sıkı sıkıya bağlayan yasacı tavrın aksine haksızlığın faillerin iç dünyasında yarattığı etkiye yoğunlaşılır. Hukukun yarattığı acının değil, faillerin bozulan ahlaki bütünlüklerinin onlarda uyandırdığı acının makbul olduğunu düşünülür. Hatta gerçek ödetmeci tepkinin dışarıdan, hukuk aparatından değil; içerinden yani faillerin iç dünyalarında ahlaki gerilim oluşturacak psişik bir uyanıştan gelmesi gerektiğinden bahsedilir. Sözün özü, günün sonunda, “kendim ettim, kendim buldum” diyen Neşet Ertaş’ın ya da “ben belki de ondan çok kendime kıydım” diyen Raskolnikov’un içsel (etik) acısı hukukun acısına yeğ tutulur. Ama hukukun, yasanın dünyasından da hemen terk-i diyar edilmez.
Bir taraftan, normun ihlaline bağlanan hukuki sonucun yani cezalandırmanın adaleti tesis ettiğine inanılırken; diğer taraftan, pişmanlığı suçuna denk olanları cezalandırmanın beyhude olduğuna dair bir kuşkuya düşülür. Devlet yaptırımının failleri aşağılayan değil, onlara hürmet eden bir tepki olduğu, zira cezalandırmanın faillerin iradi seçimlerinin bir sonucu olduğu düşüncesine sadakat gösterilir. Fakat, aynı zamanda, bir insana bile isteye acı çektirmenin barbarlık olduğuna yönelik kısık sesli ahlaki düstur da elden bırakılmak istenmez. Çağdaş insan bu ikircikli ruh haliyle kendisini hep çıkmazda bulur.
Örneğin, bahsi geçen ahlaken mütekamil varlık, hem cezaevlerinin kelimenin gerçek anlamıyla “ceza evleri” olması gerektiğini düşünür hem de mahkumların tabi oldukları infaz rejimlerinin yeterince ıslah edici olmadığından yakınır. Ama birilerine kasten acı çektirmenin adil olduğuna yönelik inancı ile onların çektikleri acıyla olgunlaşmalarına dair isteğinin çelişip çelişmediğini sorgulamaz. Sorgulasa da bu isteğinin ne kadar gerçekçi olduğunu hesaba katmaz. Hem devleti adaleti taşıyabilecek yegane siyasi unsur olarak görür hem de devletin dikey egemenliğinin yani şiddetinin yerine ilişkiselliği ve uzlaşmacı ruhu öne çeker. Yasacı adaleti soğuk, mesafeli ve sıklıkla nobran bulur ama ondan kolay kolay vazgeçip benim sevgi etiği olarak adlandırdığım alana da adımını atmaya yanaşmaz.
Üstelik, çağdaş insan kendini cezaevlerinde bulan birçok kişinin eylemlerinin onların rasyonel seçimlerinin değil, yapısal adaletsizliklerin bir ürünü olduğuna yönelik bir düşünceye de sahipse iş iyice içinde çıkılmaz bir hal alır. Zira kendini tekzip eder gibi sürekli suç üreten bir toplumda sadece bireyi sorumlu tutan ceza adaletinin mümkün olmadığı sonucuna varır gönülsüzce. Oysa, hukukun suça yanıtını hepten ıskartaya çıkarmadan etik hassasiyetin mümkün olması gerekir. Eş deyişle, ceza yaptırımının hem yasayı ayakta tutacak hem de özneler arası ilişkileri onaracak bir niteliğe, fonksiyona sahip olması gerekir.
Ödetmeci Ceza Adaletinin İki Yüzü’nde ceza yaptırımının bahsi geçen çifte fonksiyona sahip olup olmadığına ilişkin soruşturmayı yürütmek için okuru Hegel’den başlayarak bir dizi kuramcının içkin eleştirisine davet ediyorum. Yasacı adalet ile sevgi etiği arasındaki gerilimli alanda sevgi etiğine daha yakın olacak şekilde kalmanın tercihe şayan olduğunu dile getiriyorum. Tüm kitap boyunca Hegel ve onun çağdaş varisleriyle uğraşıyorum. Bana eşlik edip uğraşmak, yorulmak istemeyenler ve fakat kitabın özünü yakalamak isteyenler için ise Cibran’ın şu veciz satırlarını buraya bırakıyorum:
Ve siz sözde hakkaniyetli yargıçlar,
Hangi cezayı verirsiniz bedeniyle öldürmüş ancak ruhu öldürülmüş biri için?
Nasıl yargılarsınız fiilen düzenbaz, gaddar olup da içten içe kırgın ve öfkeli olanı?
Nasıl cezalandırırsınız pişmanlığı suçunu çoktan aşmış olanı?
Şu sizin yerine getirmeye bayıldığınız adaletin ta kendisi değil midir oysa pişmanlık?